13 Haziran 2010 Pazar

Bana Tatil Yerini Söyle Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim No:2

Sosyal İncelemeler Merkezi olarak yoğun çaba ve uğraşlarla hazırladığımız "Bana tatil yerini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim" adlı araştırmamızın ikinci bölümüyle sizleri başbaşa bırakıyoruz.

Kaz Dağları-Sapanca: İstanbul’da yaşayan, orta yaş üstü, özel okul-kolej kültürlü, Bodrum’dan elini eteğini çekmiş, beyaz yakalı üst düzey yönetici kesimin favori mekanıdır. Haftasonları her yaştan çocuklar ve aile büyükleri umarsızca arkada bırakılarak karı koca gidilir. Eş-dost davet edilmez, orada ne yaptıkları bilinmez. Çocuklarını dünyanın herhangi bir yerine hiç düşünmeden tatile yollayabilecek kadar modern olmalarına rağmen yazlıkta parti verip itibarını sarsacakları korkusuyla aynı çocuklarına asla anahtar vermezler. Evler çiftlik evi, göl evi, en kötü iki katlı evlerin olduğu havuzlu sitedir. Yazlık değil mevsimliktir. Sapanca gölünde pirena olduğu rivayet edilir. Zenginlerin Kaz dağlarını işgali Kaz Dağları’nda altın olduğu söylentisinin yayılmasıyla başlar. Burada yaşayan yerel halka “Dünyanın en kaliteli böğürtleni burada yetişiyor, böğürtlenli kek yapmayı bilmiyorsunuz, katır kutur hamur yiyiyorsunuz” deyip medeniyet dersi verdiklerini zannederler. Ama doğadan aldıkları keyif gösterileri (kapının önündeki çiçeğin dibini eşelemek, kuru yapraklarını temizlemek), doğal hayattan tat alma ritüelleri (sabah kollarını açıp derin derin nefes almak) ve doğal yaşamı koruma üstüne muhteşem fikirleriyle (“hasan dayı organik tarımın ne demek olduğunu öğrenmeniz lazım artık, sana ziraat mühendisi arkadaşımın telefonunu veriyorum mutlaka ara”) köylülerin maskarası olurlar. Sapanca’da köylüler arsa satmaktan zenginleşmiştir, bütün köylüler emlakçılık yapar. Eğlence anlayışı: Her ailenin kendi kalitesinde bir aile dostu vardır. Gündüz birinin evinde gurme brunch yapıldıysa akşam öbüründe ızgara balıklı-kaliteli müzikli-şaraplı yemek yenir, hayat kalitesi yarıştırılır. Favori sohbetler: Wall Street ekonomisi, özel okullar(çocukların eğitimi), gurmelik, 80’li yıllar siyasi-sosyal hayatı ve mecmuaları.

Çeşme-Foça-Alaçatı: Ege ve çevresi insanının görüldüğü, Antalya ve çevresi insanının uyum sağlayamadığı yerlerdir. İzmirliler Foça’ya, İstanbul’da yaşayan İzmirliler Çeşme’ye gider. İzmirliler quicksilver&roxy şortlarıyla sörf yapar, İzmirli abisinden ricayla borç yazdırıp bir redbulla öğle sıcağını geçirir. İstanbul’dan gelenler Çeşme’de Alaçatı’da paraları döker, mayokiniyle gezer. Kimse yüzmez, yüzme kabiliyeti olan görülmez. Bu bölgelerde fahiş fiyat uygulaması vardır. Güneş batınca gece klüplerine gidilir. Bronz teni ortaya çıkarmak için muhakkak beyaz giyilmelidir. Özel üniversitelerin işletme-iktisat bölümlerinin özelliksiz öğrenci kitlesi bu bölgeleri adeta pilav gününe çevirmiştir. İzmirlilerin İstanbullular karşısında üstünlük hissetikleri nadir anlar buralarda yaşanır (İstanbullunun indirim için yalakalık yapması). Elektronik, caz, pop her çeşit eğlence bulunur. Arabasız bir yere ulaşmak mümkün değildir.

Didim: Ankara’lı memur ailelerinin yazlıkçılık mekanıdır. Tipik özelliksiz lojman görünümlü, kamelyalı memur sitelerinden oluşur. Emeklilerin en büyük eğlencesi kamelyada site toplantısıdır. Denize, yakıt parasından kar etmek için topluca arabayla gidilecek kadar uzak olan pek çok site vardır. Ankara’lı gençlerin yaz aşkları hep buradandır. Buraların lokal tarzı mekanlarına gündüzleri Teyzeler yeğenlerini götürüp ucuza dondurma yedirir. Aile içinde Magnum parası 4’e bölünür herkes Max yer. Denizden çıkan ergenler kızlı-erkekli masalarda oturup pipetle şişe meşrubat içer, ergen kızlar havluları peştamal gibi sarınır-ıslak saçlarını yandan ayırarak hava katar, ergen oğlanlar pis 7’li oynar-gizli köşelerde sigara içer. Gündüz çay bahçesi görünümlü bu yerler geceleri açık hava gazinosu olur. Gençler saygılarıyla bira içer, orta yaşlılar bira içer kağıt oynar, emekliler çay içer okey oynar. Hoparlör yoktur ama çay ocağının ordaki radyodan gençlerin sevdiği şarkılar çalınır. İlerleyen saatlerde gençler kumsala gider. Sahilde gitar çalınır, çekirdek çitlenir, algida yenir. Son zamanlarda uyanık memurların yazlıkları satmasıyla en leş İngiliz’lerin boy gösterdiği yerler olmuştur.

Bodrum-Gümüşlük: Türkiye'deki 62 azınlığı temsilen her çeşitten insanın olduğu bir et pazarıdır adeta. Saint-Tropez’de giyim kuşamlarıyla, güneşlenme ritüelleriyle, gurmelikleriyle prim yapamayan istanbul burjuvasinin ‘b planı’dır. İstanbullu Anadolu tüccarı beyaz yatıyla plaja izin verilen en yakın noktada demirler. 1 milim bile geride kalmamak hayati önem taşır. Yatların içinden Acun Ilıcalı kılıklı Hawai gömlekli (genç olmaya çalışmış), boynunda Gucci kolye, ortayaş üstü, çok çapkın olduğunu iddia eden, yanmaktan pörsümüş adamlar ile ölümüne bronzlaşan balık kurusu kadınlar çıkar. Öğle sıcağında yatın önünde bangır bangır müzikte vıcık vıcık yağlanıp viski içerler. Plaj ahalisine gelince, bunlar bir tek şezlonga yatar, kuma taşa değmez. Şezlonglar yüzüstü uzanmış, bikinisinin ardını çözüp uyuyakalmış karafatilerle doludur. Plajlarda kimin burjuva olduğu kimin olmadığı anlaşılmaz. Etraf burjuvalar ve burjuvaları aslı gibi taklit etmiş fakir zayıfı, manikürcü, İstanbul varoş kızları kaynar. Ne plaj sakinleri ne de yat sahipleri denize girmez, deniz her daim bomboştur. Eğer denizde biri varsa daha iyi yanmak amacıyla girmiştir. Bodruma giden normal gençlik denize en ulaşamayan, vücutlarını göstermek için yazı bekleyen kesimdir. Gece hayatı İstanbul Etiler’in devamıdır. Halikarnas’ta İngilizlerle köpük partisi vazgeçilmezlerindendir. Bodrum görmüş İstanbul alter gençliğine bunları anlatsan “Bodrum var Bodrum var, siz Gümüşlüğü falan bilmiyorsunuz tabi” derler. Gümüşlük İstanbul’dan kaçan ortayaş altı ve sınırı, hayatın balını erken tatmış, İstanbul’dan buralara göçen yazar-şair-sanatçı akımını örnek almış halkçı olduğunu iddia eden elitlerin mekanıdır. Şehir hayatını lanetlerler. Şehirden gelen arkadaşlarının, betonlar içinde hayatlarını boşa harcadıklarını düşünmelerini sağlamak için adeta birlik olup piyes oynarlar. Bahçelerinden masal gibi bahsederler. 1m2’de yetiştirdikleri domatese, biberiyeye çocukları gibi bakarlar. Ege’nin otlarının-bitkilerinin (kuşkonmaz, tilkişen, radika, kumkuat vb.) lezizliğini, faydalarını Tevrat’ın şifresini çözmüş gibi anlatırlar. Özel ev limonatalarını, dalından koparılmış portakalın suyunu şekil-şemalli asimetrik sürahilerde hayat iksiriymiş gibi sunarlar.

Karadeniz: Motorcuların favori coğrafi bölgesidir. Motorsikletle Karadeniz turu yapmayı sınırları aşmak zannederler, kilometre hesabı yarıştırırlar. Kaslı kaslı adamlar motorcu kıyafetleriyle gözleme yerken görülür. Döndüklerinde çok ilginçmiş gibi, sanki Irak’a gitmiş gibi anlattıkları şeyler kimsenin ilgisini çekmez. Bir köylü evinde ağırlasa 10 sene anlatacak hikaye çıktı diye sevinirler. Köylünün birisi aralarından birine laf soksa “ama en komiği, 90’lık nine Oğuz’a ‘sen bu kiloyla nası duruyon oğlum bu motorlu eşeğin üstünde’ dedi” diye anlatırlar. Karadeniz efsaneleri yaratırlar. “O dağın başında bir kadın yaşıyor, 25 yıldır tek başına. Her sabah 5’te kalkıyor, koca tarlasını kendi biçiyor. Ama helal olsun yanına kimse yaklaşamaz, biz bişey soracak olduk tüfeğiyle çıktı evden”. Karadeniz aynı zamanda emekli anneler ve onların gün arkadaşlarının aşkıdır. Zamanında Çanakkale Şehitliklerini de mutlaka gezip gözleri dolu dolu olmuş bu vatansever ekip, kocalarına karşı özgür ve sosyal olduklarını ispatlama çabasıyla yine tur otobüslerine doluşup Karadeniz’e giderler. Ailelerinden yalnız evde kalmış kızları tura katılır. Ormanlarından yamaçlarından adeta büyülenirler. Ander yaylasını, yemeklerini, kara lahanasını, yeşilliğini, serinliğini, mis oksijenini anlata anlata bitiremezler. Dönünce konu komşuya “Karadeniz’i görmeden ölme” diye vasiyet ederler. Her iki yılda bir turdan bir kişiyi dalgalar alıp götürür.

Araştırmamızın ilk bölümü için: Bana Tatil Yerini Söyle Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim No:1