5 Eylül 2008 Cuma

Çıkar Oğlan!


Çıkar oğlan da mı ne?
Kısaca tanımlamak gerekirse, etraflarındaki kadınların para, mevki ya da nakde dönüştürülebilecek herhangi bir özelliklerinden medet uman, bu yolda güzel çirkin demeden her türlü muameleyi görev aşkıyla yapan kişidir çıkar oğlan.

Çıkarları için söyledikleri kuplelerden birkaçı
- Saçlarını açık bıraksana.
- Çok kadın tanıdım.
- Size gidelim mi?
- Yok yaaa Tolga'yla bakma bizim samimi olduğumuza, çok para aldı benden zamanında, evime geldi yedi içti, sen şimdi söyleme ama bunu Tolga'nın yanında, olmaz yani.
-Sevgilin çok şanslıymış.
- Benimle çıkar mısın?/Çıktığın biri var mı?
- Önceden bayaa iyiydi durumumuz.

(Yukarıda: Ertuğrul Özkök'ün damadı Ercan Saatçi)

Özgeçmişleri
Ailesi lise ya da yüksek okul mezunu orta direk. Anne ev hanımı olabilir. En fazla 3 kardeşler. Aile Akdeniz, İç Anadolu, Ege ya da İstanbul olmayan Marmara bölgeli.

Özellikleri
- Çıkarı olduğu karşı cinsle samimi olmak için arkadaşlarını kötülerler.
- Yazlık yerlerde boy gösterirler.
- Eşit ağırlıkçıdırlar, bulundukları vilayetin en tanınmış devlet lisesinden mezunudurlar (ör:Antalya Lisesi, Atatürk Lisesi, Yalova Lisesi).
- Yakışıklıdırlar ama bakan olmaz, onlar da hep "yaaa şu Vedat'ın bile taş gibi sevgilisi var" diye ona buna dert yanarlar.
- Paralı arkadaşlar edinirler, yanlarında çanta gibi gezerler, buluğ çağından beri böyledir bu.
- Ortamın en terbiyelisi imajı vermeye çalışsa da, dar giymiş biriyle konuşurken göğüslerine bakar, bilinçaltı fışkırır.

**************************************************************************************
Biz bilimsel insanlar etme bulma dünyasına inanmayız ama çıkar oğlan olmanın cezası ağır oluyor, tezimizi de bir örnekle tescilliyoruz: Cem Adler, Bülent Ersoy'dan boşandıktan sonra 4 yıl psikolojik tedavi görmüş. Cem Adler 4 yılla yırtmış, bizden söylemesi.

18 Temmuz 2008 Cuma

Yaz Okulu Duyurusu

BADAMLI ÜNİVERSİTESİ MESLEKİ YAZ OKULU EĞİTİM KURSLARI BAŞLIYOR!

2007-2008 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI YAZ DÖNEMİNDE AÇILACAK DERSLER AŞAĞIDADIR.

-Kolay Rusça-Almanca-İbranice: Akdeniz Bölgesinde iş bulma garantisi yakalamak isteyenler iş başına! Bu dersimizi, bölümümüzün 8 dil bilen tek hocası Yrd.Doç. Donatella Iachelli uzaktan eğitim modeliyle vermektedir.




-Kolay Keman-Gitar-Piyano-Vokal: Yaz ve sonbahar başı tatil köyleri ve otel lobilerinde iş bulma garantili bu dersimizi bölümümüzün kendi sesinden ayrı olarak 8 enstrüman çalabilen tek hocası Yrd.Doç. Alessa Ici vermektedir. Bu ders bütün öğrencilere, kollarına altın bilezik takma fırsatı sunmaktadır.




-Takı Tasarım-Dericilik: Akdeniz ve Ege Bölgelerinde iş bulma garantisi sağlayan bu dersi, yazın ek geliri olması düşüncesiyle ve de fazla işi olmadığından bölüm sekreterimiz Ayla Çakar vermektedir.




-Karşılaştırmalı Fakir Edebiyatı: Bu dersle dünya akademisinde bir ilke imza atan üniversitemiz, bu ayrıcalığı sizlere yaşatmaktan gurur duyuyor. Moğolistan' dan özel olarak derslere katılcak olan Prof.Dr. Hoşmer Mançuryan 92 yıllık deneyimini sizlerle paylaşacaktır.




İLGİLENEN ÖĞRENCİLERİN:

- http://www.cambridgedna.com ADRESİNDEN mtDNA ve Y-DNA TESTLERİNİ YAPTIRARAK ELDE ETTİKLERİ RAPORLARIN ASILLARINI,

-KUVEYT TÜRK KATILIM BANKASINA YATIRILMIŞ 3.500 EUROLUK DEKONTLA BERABER AYLA ÇAKAR'A TESLİM ETMELERİ RİCA OLUNUR

  • KONTENJANIMIZ SINIRLIDIR
  • OKULDA KLİMAMIZ OLMADIĞINDAN TÜM YAZ OKULU DERSLERİ HAFTADA 2 GÜN YARIMŞAR SAAT OLMAK ÜZERE YAPILACAKTIR (ASANSÖR DE OLMADIĞINDAN HOŞMER HOCA BÜTÜN DERSLERE EKSTRA 10 DAKİKA GEÇ KALABİLİR)

15 Temmuz 2008 Salı

Bölgesel Etütler: ANTALYA

Sevgili bilimseverler, Sosyal İncelemeler Merkezi'nin yorulmaz neferleri olarak sizler için bölgelerimizi geziyor, araştırıyor ve inceliyoruz. İlk incelememizi Güneyin Paris'i Antalya'da gerçekleştirdik. Eğer siz de gittiğinizde yabancılık çekmemek, turist damgası yememek istiyorsanız araştırmamıza kulak kabartın.









1. ULAŞIM ARAÇLARI
Otobüs-dolmuş: Antalya'da en zorlanacağınız konulardan bir tanesi A noktasından çıkıp B noktasına varmaktır. Hiçbir zaman gideceğiniz yerin önünde inemezsiniz, gideceğiniz yer her nereyse o yol kesin kapalıdır, 1 sene sonra sorsanız yine kapalıdır, 2. sene trafiğe tamamen kapatılmış durumda karşınıza çıkar. Duraklar arası mesafeler 50 m. ile 1 km arasında orantısızlık gösterebilir. Otobüs ve dolmuşlar duraklar dışında hiçbir yerden yolcu indirip bindirmez. Ancak durak dışında bir yerde durmuşsa bilin ki otobüse sarışın bir bayan binecektir. "Slayf" Sealife'a gider. Bütün otobüsler Meltem ve 100. yıldan geçer. Şöforler muhakkak konuşacak birini bulur, camdan cama laf atarlar, yarışırlar. Yaz aylarında dolmuşta pişer otobüste ise üşütüp hasta olursunuz.

Tramvay: Antalya'da hiçbir Antalyalının binmeyip bütün turistlerin mutlaka bir kez binmiş olduğu bir tramvay vardır. Hiçbir Antalyalı tramvayın nereden çıkıp nereye gittiğini bilmez ama maaşallah hepsinin şehir efsanelerinden edindiği bir fikir vardır. Tramvay görünmezlik özelliğine sahiptir. Tramvay rayları için ayrılan özel yol adeta arabaların, motorsikletlilerin, yayaların, bisikletlilerin ve köpeklerin hizmetine ayrılmıştır. Kimsenin rengini ve şeklini bilmediği bu tarmvayın hikayesi yapımının üzerinden 10 sene geçmesine rağmen hala esrarını korumaktadır.

Taksi: Hiçbir Antalyalı ölüm kalım doğum olmadıkça taksiye binmez, hatta böyle bir durum varsa bile binmemek için direnir, gerekirse koşarak gider. Şehir içlerinde, otellerin, turistlerin olmadığı yerlerde taksi bulunmaz.

Bisiklet-Vespa: En poplüler ulaşım aracıdır. Her Antalya'lının hayatından bunlardan birini düzenli olarak kullandığı bir dönemi olmuştur. Kask ve güvenlik önlemleri yoktur, kullanılmaz. Bu taşıma araçları Antalya il sınırları içerisinde aynı anda 4 kişiyi taşıma özelliğine sahiptir.

Araba: Plaka 07 değilse trafikte nezaket beklenilmesin, Antalya'lılar bütün turistlere gıcıktır. Özellikle plakan 34, 06 veya 35 ise. Ama Almancıları severler. Aynı şekilde kırmızı ışık 07 olmayan plakalar için vardır, Antalya insanı yol hakkına kendi karar verir. Yollar adeta labirent bulmaca gibidir. 100 metrelik bir yere gitmek için muhakkak 3 km'lik benzin yakmanız gerekecektir. Jeep, BMW vb. sürücülerinin yanında sarışın stylish bir kadın değil, köylü, rençber analar oturmaktadır.


2. PLAJ RİTÜELLERİ
Antalyalıları ve turistleri birbirinden ayıran en belirgin kriter plaj ritüelleridir. Bütün Antalyalıların denizle ilgili ortak bir fikri vardır o da "Denize 06.30 da gidilir, en geç 09.00 da dönülür". Eğer misafir olarak geliyorsanız size bu sözü 1 haftada en az 8 kere söylerler ve minimum iki gün de bu saatler arasında sizi denize götürmek için en azından uyandırırlar.

Bu insanları birbirinden ayıran en önemli 2. özellik ise giyim kuşamdır. Yerli bir turistin denize gitmek için kışın Ytl'ler dökerek aldığı bikini, şort, terlik, şapka, çanta, pareo, havlu, takı-tuku, bronzlaştırıcılarının yanında Antalyalılar deniz için özellikle en kötü kıyafetlerini seçerler. Örnek: 12 yaşında alınmış şort, badana yaparken kullanılan tişört, atılacakken "plajda giyerim" dediği terlik, sezon sonundan alınmış modayla yakından uzaktan alakası olmayan bikini, ekmek torbası gibi fermuarsız, bez bir çanta, promosyonlu gıdalardan çıkan şapka.

Hiçbir Antalyalının şezlong, şemsiye, su vb. plaj tesisi malzemelerine para verdiği görülmemiştir. Antalyalılar değil fotoğraf makinesi, denize cep telefonu bile götürmezler. Antalyalıların plaj çantalarının içinde bulunan malzemeler; anahtar, 3.5 ytl'yi geçmeyecek kadar bozuk para, kimlik olarak paso, buzlu su, meyve (kayısı-kiraz), ne zaman alındığını kimsenin hatırlamadığı havlu ve deniz çantasından yıllarca hiç çıkmamış Alamancı akrabalardan yadigar, beyazdan sarıya dönmüş Nivea deniz kremi (4 faktör).

3. GECE HAYATI, GEZMECE TOZMACA, ALIŞVERİŞ

Antalyalıların gece hayatı için alternatifleri sayılıdır. Aslında tipik bir Antalya gencinin gece hayatından anladığı klimalı bir arkadaş evinde toplanıp bira içmek, playstation ya da balkonda gecenin bir yarılarına kadar şakır şukur okey oynamaktır. Gece dışarı çıkmak ona büyük bir külfettir ama şehir dışından misafirleri gelip dışarı çıkmak istediklerinde -ki bu her Antalyalının başına bir yazda en az 3 dönem gelir- istemeye istemeye gelen misafirin zevki doğrultusunda bir yerlere gidilir.

Misafirlerin en çok gitmek istediği yerler İstanbul'daki gibi rock barlar, delice dans edebilecekleri discolar, Etiler eller havaya pop merkezleri ve tabii ki Rusların cirit attığı Ally, Laila gibi mekanlar. Gelen misafir bu mekanlarda deliler gibi eğlenirken, Antalyalı köşede bir birayla 3 saat geçirmenin hesabını yapar, bir yandan da "Klimalı evde oturup bira içmek varken bu kalabalığın içinde alt alta üst üste kan ter içinde eğlence mi çekilir" diyerek hayatın anlamını sorgular.

Antalya'da arabanız yoksa deniz-migros-ev üçgeninde mekik dokursunuz. Eğer akraba yanında kalıyorsanız Kaleiçi, yatlimanı bölgelerine gitmek için 3 gün boyunca ısrar etmek gerekir. Cimriliklerini saklamak için orayı tavsiye etmeyen akrabaların bahaneleri her zaman ve daima "oralar bitti artık"dır. 3 günlük ısrarlar sonucu gidebilmişseniz bravo! Bundan sonra sizi yeni bir sürünceme bekler. Merak ettiğiniz bütün mekanları akrabanız sayesinde bir kuş uçusu süresinde geçersiniz, koskaca Kaleiçi'ni 15 dakikada dolaşarak rekor kırabilirsiniz. Özellikle "Yat Limanı"nın kuralı bir ucundan girip bir ucundan çıkmaktır "şurada oturup bir yatlimanı manzarası izleyip bir bira içelim" demek bir Antalyalıya yapılabilecek en büyük kabalıktır. Yatlimanında herhangi bir yerde oturmak onlar için Cote d'Azur'da tekne kiralamaktan daha lükstür.

Antalyalıların her türlü ihtiyaçlarını giderdiği yegane yer vardır, Migros. Kış reyonu Kasım demeden indirime girer, yaz reyonu ise ancak Eylül'de sezon sonuna geçer. Antalyalıların yapmayı en çok sevdikleri şeyler arasında ailece yapılan buzdolabı alışverişleri, şehir dışındaki outletler, spor malzemeleridir. Hiç kitapçı yoktur, çok ararsan 1 adet sahaf bulursun ya da içinde sadece bestseller satılan d&r.


4. KÜLTÜR, SANAT, MİMARİ
Antalya'da nasıl kurulduğu bilinmeyen 1 adet opera, 1 adet senfoni, 1 adet tiyatro bulunmaktadır. Sinemalar biri Migros, biri Lara, biri de Meltem'de olmak üzere 3 adettir, onlar da Hollywood'un İstanbul'da son haftasını oynayan filmini getirir. Bu filmlerin de zaten yarısı 12 yaş altına gerisi de ergenlere hitabeder.

Antalya'lıların Antalya'yla gurur duymalarını sağlayacak yegane etkinlik olan "Aspendos Uluslararası Opera Bale Festivali" Atatürkçü ve Laik Antalyalılar tarafından her sene düzenli olarak takip edilir. Mümkün olduğunca fazla temsile gidilmeye çalışılır. Aspendos'ta bir Antalyalıyı altındaki şilte ve yanındaki termostan tanıyabilirsiniz. Sanatseverlerin sahnedeki performansı ilgiyle izledikleri görülürken Aspendos'daki bu büyülü atmosfere aşina olan Antalyalıların yıldızları saydığı da gözlemlenmiştir.

Antalya'lılar Altın Portakal'daki hiçbir filme gitmemiştir sadece ödül almış bazı filmlerin oyuncularını ve yönetmenlerini bilirler. Bir Antalyalı için Altın Portakal demek sadece ünlülerin jiplerin tepesinde el sallayarak geçtiği konvoydur.




Bilinen en ilginç mimari Cam Piramit'dir.









5. GİYİM KUŞAM, MODA, FİZİKSEL YAPI
Antalya'nın en takdir edilesi yönüdür. Evde ya da misafirlikte, Migros'da ya da Işıklar'da renk uyumuna bile bakılmadan bulabilinen en rahat kıyafet giyilir, atlet, terlik, şort. Antalya aynı zamanda Türkiye'nin eşofman giyme konusunda Kıbrıs'la yarışan tek şehridir. Hiçbir zaman çok kötü giyindim hissiyatına kapılmazsınız, içiniz rahat olsun dikkat çekmeyeceksiniz.

Antalya' nın adeta sponsoru olan bir marka vardır "Quiksilver&Roxy". 15-22 yaşları arasındaki her genç Quiksilver desenli eşofman altları ve sörfcü şortlarından senede en az 3 adet edinmekle mükelleftir. Lanvin, Chloe gibi designer markalarının izi yoktur, Antalya'daki en pahalı mağaza Lacoste ve Benetton' dur.



Kılık ve kıyafetten kişilerin gelir grubu anlaşılamaz ama trendy olmaya çalışan birileri varsa sosyo-ekonomik düzeyi en düşük ailelerden geldiklerini anlayabiliriz. Örnek: Buz mavisi kot, Converse, kirli sakal, poşu dörtlemesi. Kızlar için ise; dev güneş gözlüğü, dev çanta, badi altı üçgen bikini, kot etek, topuklu ayakkabı beşlemesi.




Antalya'nın yerel halkı kuru ve karadır. Şehir içine geldiğimizde daha değişik bir Antalya tipi ortaya çıkmaktadır. Erkekler zayıftır ve şezlongcu karası tabir edilen renktedir. Yüzlerinde insanın içini açan herhangi bir özellik olmadığı gibi çinliler misali hepsini birbirine karıştırmak mümkündür. Bacakları ayrık ve cılız, gözleri küçük, kösedirler. Dikkat çekebilecekleri tek şey kuaför çırağı tarzında trendy meçli saç modelleridir. En poplüler modellerden biri David Beckham, Hayko Cepkin modeldir. Kadınlar erkeklerden farklı olarak soluk karadır, kaşlar alabildiğine ince, saçları ya siyah ya da doğal rengi açılmadan sarıya boyatıldığı için yeşile dönmüş bir renktedir. Ne renkte olursa olsun dümdüz fön çektirme mecburiyeti vardır. Göğüsler büyük, bel ipince, kalca basen geniş ve yere yakın, bacaklar ciroz ve eğridir. Bu tanımlamalardan aklınıza manken vücutlu insanlar oldukları gelmesin çünkü vücut bölümleri arasında bir bütünlük yoktur (üst beden çok kısa, bacaklar uzun; ya da bacaklar kısa ayaklar büyük gibi).

6. GURMELİK

Antalya'da akdeniz mutfağından eser yoktur. Dışarıda yemek yenilecekse misafirler için kısıtlı alternatifler vardır. Kahvaltı için manzarasız Çakırlar, öğle yemekleri için Piyazcı Sami ya da Şişçi Ramazan (şehir içinde-egzos dumanlarıyla), akşam yemekleri için manzarasız 01 Güneyliler ya da alabalık restaurantları. Açılan meksika restaurantları, brasseriler 2 ay demeden el değiştirip 1000 kişi kapasiteli kebapçı olur. Antalya'da balık şarap, zeytinyağlı hiç aramayın. Bunları bilen aileler bir elin 5 parmağını anca bulur, onlar da değişk semtlerde temsili olarak bulunmaktadır. Alkol denince rakı-bira, meze olarak ezme, haydari ve çerezden başkasını aramayın.

Ev yemeklerinde çok fazla çeşit bilinmez, her öğünde tarhana çorbası, bulgur-pirinç pilavı, taze fasülye, kızartmadan birisi muhakkak vardır. Alakalı alakasız her yemeğin yanında muhakkak yoğurt yenir. Sofraların en büyük lüksü koladır. Bir Antalyalının evine kola alıp gitmişseniz arkanızdan "Yoğurt varken kola mı içilir?" dedikodusu muhakkak yapılacaktır. Yemeklerde kullanılan yağ muhakkak tereyağdır ama tereyağlı yemek ya aile içinde ya da belediye başkanının damadı gibi protokol insanları geldiğinde çıkarılır, sıradan misafirlere ayçiçek yağlı servis yapılır. Bir Antalyalının evinde gece karnınız kazınarak uyandığınızda dolapta atıştıracak hiçbir şey bulamazsınız. Peynir bulsanız da ekmek yoktur.


7. TURİZM, TİCARET, SİYASET

Antalya bir fakir turizmi cennetidir. Gelenler arasında sırasıyla en çok Rus, Alman, Hollandalı, İsrailli, İtalyan, İngiliz, Fransız yer alır. Ama bunların sadece Rus ve Alman olanları halkın içine çıkar diğerlerinin nerede oldukları ne yaptıkları bilinmez. Herşey dahil sistemle gelirler, otelde ne bulurlarsa yer, içer, bütün animasyonlara katılırlar. Yerel esnaf kan ağlar. Turlarla otobüs otobüs gelip giderler. Rusların çoğu ülkelerine dönmez, bir evlilik yapıp yerleşirler gerekirse müslüman olurlar (bakınız solda). Bu turistler esnafın geçim kaynağı da olsa her zaman dedikoduları yapılır. Erkekler arasında söylenen beylik laflar "Ruslar çok fakirdir, 3 kuruşa herşeyi yaparlar, hafif meşreptirler", "Onlar Türk erkeklerini beğeniyorlar", "Nadya ülkesinde tıp okumuş" kadınlar ise "Onların güzelliği 25 e kadar", "Giyiyorlar mini mini, sonra tacize uğradık diyorlar".

Almanlar sabah kahvaltıdan önce içki içmeleriyle ünlüdürler, ıstakoz gibi yanarlar. Bıyıklı, dövmeli ve slip mayolu bir Helmut'u öğlen 12 de elinde birayla şezlongda nar gibi kızarırken görmek çok olağandır.
İsrailliler hakkında hep cimri, hırsız ve açgözlü oldukları söylenir. Bir rivayete göre otel odasındaki televizyonun dışını bırakıp iç mekaniğini söküp götürürlermiş. Açık büfede tabaklarına gördükleri herşeyi doldurur yemeden bırakırlarmış. Aslında söylenenin aksine o kadar kötü insanlar değillerdir hatta diğer turistlerden daha sıcakkanlı ve adaplılardır.

Fransızlar çok asık suratlıdır, sürekli kazıklanacaklarını düşünürler, usandırana kadar pazarlık yaparlar. Hiçbir şey beğenmezler, bilerek ve isteyerek İngilizce konuşmazlar.

İtalyanlar gezmedik yer, girilmedik mağaza bırakmazlar. Standart bir turist kendisine gösterilen mekanlardan şaşmazken, bir İtalyan'ı, tur otobüsünün gezmesi için bıraktığı yerin 3 semt ötesinden toplamak mümkündür. Zevklidir ama birşey almadan önce kılı kırk yarar.

Antalya'nın en popüler meslekleri pazarcılık, inşaatçılık, belediyecilik, öğretmenliktir. Diğer şehirlerde bulunan asker, akademisyen, memur, bankacı gibi meslek gruplarından insanlar etrafta görünmez.

Antalyalıların ısrarla her sene Deniz Baykal'ı seçmelerinin tek sebebi hemşericiliktir. O olmasa AKP ile DYP arasında gidip gelinir. Antalya'daki her açılışta kurdeleyi Deniz Baykal keser, her nikahın şahitliğini Deniz Baykal yapar. Deniz Baykal adeta Antalya'nın maskotudur.



Gülderen Abla Yanıtlıyor

Merhaba Gülderen abla, öncelikle okulumuzun rehberlik servisinde sizin gibi deneyimli, bilgili, yıllanmış birisini görmek büyük bir onur ve şeref kaynağıdır. Ben 19 yaşında, operacı olmak isteyen, kimsenin kolay kolay hayır diyemeyeceği güzellik ve seksapalitede bir genç kızım. Geçen sene gene operacı olan bir büyüğümle tanıştım. Arasıra sesime baktırıyordum. Operaya olan aşkım öylesine tutkuluydu ki hakkımda söylenen "o yakında g.tüne de baktırır" laflarını duymazdan gelebiliyordum. Gelgelelim ki sesime baktırdığım opera hocamla bir gün aramda bir elektriklenme oldu, aslında kendime hakim olmam gerektiğini biliyordum çünkü evli bir insandı ama bugüne kadarki bütün ilişkilerimde olduğu gibi bunda da kendime hakim olmadım. Karısı öğrendi, ailemi aradı, beni aradı, bizlere ağza alınmayacak küfürler savurdu, daha sonra da boşanma davası açıp sevgilimin bütün gelir ve maaşına el koydu, şu anda tamamen benim kazandığım paralarla geçiniyoruz. Bir ara kendimi dine de verdim ama kısa sürdü. İnsan içine çıkamıyoruz, bütün sanat camiasına rezil rüsva olduk. Garip bi bunalımın içindeyim 30 saniyede bir ruhsal durumum değişiyor, bazen atak geçirip üzerine saldırıyorum ve onu dövüyorum. O da bana ağza alınmayacak küfürler söylüyor. Sizce bu ilişkide bir ışık var mı? Rumuz: Tosca

Cevap: Güzel kızım, operacılar 1. sınıf insanlardır toplu taşıma araçlarına da binmezler. Sen bugün o güzelliğinle kazandığın paraları yarın çocuğuyla karısını hayvanat bahçesine götürsün diye eline sayarsın. Madem o seni kullanıyor güzel yavrum, sen de vakit geçmeden onu kullan, güzelliğini kaybetmeden operadan kadro almaya, aldıktan sonra da o adamı bırakıp kendine 5o'lik bir şef bularak solist olmaya bak. Müzik işi pis iş.

12 Temmuz 2008 Cumartesi

Gülderen Abla Yanıtlıyor

Merhaba Gülderen abla,
Maalesef size durumumu çekinerek söylemem gerekir ki ben üniversitemizde görevli bir profesörüm o yüzden kimliğimin saklı kalmasını özellikle rica edeceğimdir. Bildiğiniz gibi bu akademik dünya çeşitli Bizans oyunlarıyla dolu. Ben de titrimi alana kadar bu yollardan geçtim, şu anda prof.um ama mesleğimin getirilerinden dolayı üzerime yapışan hırsı bir türlü atamıyorum. Öncelikle utanarak söylemem gerekiyor ki öğrenciler arasında ayrımcılık yapıyorum. Hep benim öğrencilerim iyi olsun istiyorum, bu nedenle diğer insanların öğrencileri geldiklerinde bir bahane buluyor, istedikleri notaları vermiyor, cd'lerimi kopyalamıyor, bilgilerimi paylaşmıyorum. Geçenlerde yine başka bir hoca Reiding si minör almak için bir öğrencisini odama yollamış. Asistanım önceden tembihlediğim gibi yok demiş ama onun kütüphanemde metodu gördüğünü iddia ediyor, ondan bişey kaçmaz diyor. Duyumlarıma göre bu öğrenci pek de dedikoducu bir insanmış. Daha sonra ben kendisine haber yollayarak yokmuş dedirttim, kendisi de bu notalara ulaşmak için bin kilometre uzaktaki Bilkent kütüphanesine gitmek zorunda kaldı, açıkçası bundan da büyük bir zevk aldım. Olay bu şekilde kapanacak derken geçen hafta konserde kendisiyle göz göze geldim ama kaçamadım. En sevecen tavrımı takınarak "Güzelim buldun mu Reiding si minörü, bulamadıysan yarın gel vereyim " dedim, o da buldum diyerek gitti fakat içime bir kurt düştü. Gülderen ablam günah çıkardığımı sanmayın sakın, sadece bu öğrencimin blogu var dedikodumu yapar, saçımın modeliyle dalga geçer, ayrıca onun diline düşeceğime Allahım karnımı doyurup bi kurşun sıksın kafama daha iyi. Benim akademik itibarım sarsılır Gülderen ablacığım. Ne olur bana bir yol gösterin. Bir de saçımın modeliyle ilgili şüphelerim var. Henüz kimse kötü olduğunu söylemedi ancak iyi olduğunu söyleyen de çıkmadı. Ama galiba pek de iyi değil. Bu konudaki görüşlerinizi de merakla bekliyorum. Dokunsanız ağlayacak gibiyim. Rumuz: Açık öğretim saç

Cevap: Vah vahhh değerli hocam prof olduğunuza göre menapoz döneminiz de geçmiştir büyük ihtimalle ama bilemedim durumunuzu hangi teoriye sığdırsam. Orkestralarda kadro bulamadığınızdan ezilmiş kalmış olmayasınız hala el kadar çocuklarla didişiyorsunuz? Ama niyetim burada sizi yargılamak değil yardımcı olmak olduğundan bir dahaki seferler için size naçizane tavsiyemi vereyim. O öğrenciyi hemen nota yok deyip Bilkent'e yollamak yerine Rusça yazılı başka herhangi bir si minör bişey verseydiniz en azından bir süre daha oyalamış ve daha az çalışmasını sağlamış olurdunuz. Kimliğinizi açıklamak istemeyip fotoğrafınızı yollamanızdan anladığım kadarıyla da aklınız pek çalışmıyor olsa gerek. Saçlar güzel.

23 Mayıs 2008 Cuma

Bana Enstrümanını Söyle Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim

Kemancılar: Kemancılar orkestranın en kompleksli insanlarıdır. Rahle kavgası yaparlar ama sırası gelince herkes istediği rahleye oturacağını da bilir. Dünyadaki bütün müzisyenleri eleştirme hakkını kendilerinde görürler, yeri gelir şeften daha iyi bilirler. Çok yönlü olmak isterler. Orkestradaki kadrolarıyla yetinmeyip bulundukları illerdeki konservatuvar, eğitim fakültesi, müzik dershaneleri ve özel ders piyasalarını bunlar kapatmıştır. Kendi aralarında 2'ye ayrılır:

1. Keman: Orkestranın en aristokrat kökenli, 7 kuşak konservatuarlı annelerin ve babaların çocukları, torunları, torunlarının torunlarıdır. Türkiye'nin her orkestrasında en az bir, bulundukları orkestrada ise en az 2 yakın akrabaları vardır. öğle aralarında şeflerle ve solistlerle otururlar, çok hırslı olanları ise çalışma odalarında ya çalışıyordur ya da özel öğrencisine saati 100 ytl'den ders veriyordur. Kadın kemancılar konserlere her daim fönlü, tüllü, pırıltılı, pullu, payetli elbiselerle çıkarlar. En ilginç saç renkleri ve stilleri bunlardadır. Üstlerine kiloyla parfüm sıkarlar, ultra slim sigara içerler, entrikacı insanlardır öyle ki kendi aralarında bile 2'li 3'lü gruplar oluştururlar. Yönetime en çok yalakalık yapan grup olmaya çalışırlar, diğer orkestra elemanlarını aşağılarlar. Erkek kemancıların sosyal ilişkileri kadınlardan daha iyidir, çevreleri daha geniştir, daha pozitif görünürler. Müzik camiasının özellikle prodüksiyon kısmındaki insanlarla ilişkileri iyidir çünkü hepsi solo albüm çıkarmak ister. Bu amaç yüzünden hiç acımadan birbirlerinin ayaklarını kaydırabilirler.
2. Keman: En az 1. kemandakiler kadar başarılı olsalar da sosyal statüleri ve soy ağaçlarının desteklemeyişi onların 2. kemanda kalmasına yol açmıştır. 1. kemandaki arkadaşlarına değil onları 2. kemanda çalmaya zorlayan bu hiyerarşik sisteme lanet ederler. İçlerine kapanıktırlar, orkestranın küskünleri de denebilir ancak bir 2. kemancı 1. kemana terfi ettiğinde eski günlerini tamamen siler ve tam bir 1. keman olur.


Viyolacılar: İşte orkestranın lazları. Viyolacılar haklarında yazılan fıkralarla bilinirler. Bu kişiler genelde kemanla müzik hayatına başlayıp başarılı olamamış, çevresinden gelen "ortalık vıcık vıcır kemancı kaynıyor, senin soyadın Dalaysel değil kadro alamazsın, viyolada daha çok ekmek var" gazıyla viyolaya geçiş yapmış insanlardır. Bu nedenle orkestranın en ezik çalgı grubu viyolacılardır. Sosyal ilişkilerinde arkadaşlarının çoğunluğunu müzisyenler değil diğer meslek grupları oluşturur. Bunu sebebi müzisyen camiasında itilen ve hor görülen bu insanların, sıradan kişilere egzantrik gelmesidir. Normal meslek grupları "orkestrada çalan müzisyen arkadaşım var" demek için arasıra viyolacılarla gezmeyi sosyal bir artı puan sayar. Tip olarak gayet silik ve ortalama görünümdedirler, ne uzun ne kısa ne şişman ne zayıf ne kel ne çok saçlı. Ortamda sadece dinleyicidirler, söz sırası onlara geldiğinde ilgi çekici konular bulamadıklarından muhabbet anında kesilir. Viyolacılarla ilgili bir fıkra:

  • Dünyanın en ünlü orkestralarından birinin baş viyolacısı, her konserden önce dolabını açar bakar, sonrada çıkıp canavar gibi çalarmış. Dolabın içinde ne olduğunu soranlara hiçbirşey söylemezmiş. Orkestra elemanlarının hiçbiri o dolapta ne olduğunu bilmiyormuş. Orkestra içinde bu durum bir efsane haline gelmiş. Yıllar sonra adam öldüğünde herkes merakla dolaba koşmuş. Kapağı açtıklarında karşılarına bir kağıda yazılarak dolaba yapıştırılmış şu sözler çıkar "Arşe sağ el, viyola sol el".

Viyolonselciler: İşte orkestranın mankenleri, jönleri. Dış görünüş itibariyle en tiki kılığa bürünmüş, burnu havada insan bilin ki orkestranın viyolonselcisidir. Erkekler kaşkolları, puroları ve uğur kolyeleriyle ile cool bir görünüm yaratmaya çalışırlar. Herkes bira içerken bunlar viski içer. Korumakla yükümlü oldukları yegane şey egolarıdır. Viyolonseli kadın vücuduna benzetmek gibi bir hobileri vardır, sık sık bunu düşünür hayal kurarlar. Viyolonsellerinden çok kılıflarına önem verirler. 'Hard case'inden yılan derilisine, tekerleklisinden 'soft case'ine her viyolonselci kıyafetlerine ve sosyal ortamlarına göre en az 3 değişik kılıf bulundurmakla mükelleftir. Bu viyolonselciler arasında sözsüz bir rekabettir adeta soğuk savaştır. Arkadaş çevreleri genelde 1. kemancılardan oluşur. Öyle ki solistler ve şefler direk bu takımın masasında oturur.


Kontrabasçılar: Kontrabasçılar orkestranın en uyumlu, en egosuz, en görünmez elemanlarıdır. Bunun nedeni hiç bir zaman solist olamayacaklarının farkında olmaları olabilir. Genelde kendi aralarında sohbet edip, birbirlerini kollarlar. Rahle kavgası yapmazlar, hatta 1. rahleyi en sazana kakalamaya çalışırlar. iş yaşantılarında tembeldirler, bunun nedeni partisyonlarının 1,5 oktavı geçmemesi olabilir. Bu durum sosyal yaşantılarına aynı oranda üşengeçlik olarak yansır. Sorumsuz ve etraflarındaki olaylara kayıtsızdırlar. Tam anlamıyla orta direk çocuklarıdır. Kontrabascı olmalarının tek sebebi de sadece boylarının uzun olmasıdır. Müzisyenlik onlar için bir görevdir, prova biter kontrabascı evine gider. Konser sonrası kokteyllere kalmaz ama alkoliktir. Partilerinin 3/4'ü sus olduğundan sahneye gizlice içki taşıyıp bu süreyi demlenerek değerlendirirler. Turnelerde kontrbası taşımadan kendileri sorumlu olduğu için en büyük eziyeti onlar çeker, yardımlarına koşan yine 2. kemanın son sehpasındaki kemancıdır. En büyük korkuları hızlı pasajlardır.


Tubacılar: Kontrabas ve viyolacılardan bile görünmez insanlardır. Bu enstrümanı nasıl seçtikleri müzisyen camiasında bile bir şaibedir, katakulliye gelmiş olmaları muhtemel. Normal hayatlarında bile ne yaptıkları bir muammadır. Neleri severler, neleri sevmezler neredeyse kimse bilmez, orkestranın en esrarengiz insanlarıdır. Hayatla ilgili tek bağları çoluklu çocuklu normal bir aile yaşantıları olmasıdır. Orkestrada ismini bile bilmeyen muhakkak 2-3 kişi bulunur.


Tromboncular: Orkestranın en güzel enstrümanı olmasına rağmen bu kadar mı özelliksiz insanlar bir araya toplanır? Esprilerine bi tek kendisi içten güler, etrafındakiler normal insanlarsa müzisyen arkadaşlarını kaybetmemek için gülmek zorunda kalırlar. Bu insanlar sosyal olma çabası içinde olduklarından hiç ummadığınız yerlerde karşınıza çıkabilirler. İşlerine geldiği gibi davranmayı severler, sizi 2 gün önce tanımamış bugün tanımışsa bilin ki yine sosyal çevrelerini genişletmek amacı taşıyan bir planları vardır. Tipsizdirler ama kendine güvenleri yüksektir. Kendilerini çok seksi bulurlar. Mallarıyla mülkleriyle övünmeyi çok severler, saf ayağına yatıp gösteriş yapmayı iyi becerirler. Örn: "Yaaaa bu telefonu da yeni aldım tuşu bozuldu. 5.200 ytl verilmiş telefonun tuşu nasıl bozulur? Hem de Japonya'dan almıştım, Türkiye'de de yok ki bundan, şimdi nasıl tamir ettireceğim?"


Trompetçiler: Orkestranın gençken asi yaşlanınca çapkın görünümlü elemanları. Bunlar orkestrada avantgardlıklarıyla ünlüdür. İlk dövmeyi onlar yaptırır, saçlarını ilk onlar uzatır, ilk piercing onların modasıdır. İlgiyi üzerlerine çekerler buna da bayılırlar. Genç kızlar genelde bu grubu izlemeye gelmiştir. En belirgin fiziksel özellikleri alt dudaklarının balon gibi şişkin olmasıdır. Trompet çalmak için diş ve ağız yapısının uygun olması gerektiğinden sık sık bahsederler. Sigara içmezler, alkol ise ortamına göre. Sürekli yurtdışı maceralarını anlatıp karşı tarafa baygınlık geçirtirler. Her telden arkadaşı vardır ama yakın çevreleri özellikle alternatif gençlerdir. En sevdikleri şey insanları bozmaktır. Sürekli gezerler, parti parti dolaşırlar. Turneye gittikleri her yerde bir sevgilileri vardır.


Kornocular: Bunlarda genelde kendi aralarında bir gruptur ama sohbet etmez bir odaya tıkılıp grupca çalışırlar. Orkestranın grup çalışması yapan tek elemanları kornoculardır. Bankacı gibi fasıl eşliğinde uzun masa yemeklerinde bulunmaktan mutluluk duyarlar, bu aynı zamanda en iyi sosyalleşebildikleri ortamdır. Eli açık gibi görünüp cimridirler, her kuruşlarının hesabını tutarlar. Mesela birinin yanında para yoksa ve o ödemek zorunda kalmışsa dışarıya karşı sezdirmez ama içi içini yer. O kişiye de "abi önemli değil sonra paran olunca verirsin" der. Minyon tiplerdir. Düzenli titizlerdir ama ne zaman ne yapacaklarını ne söyleyeceklerini önceden kestiremezsiniz.


Fagotçular: Herkesle, her grupla bir muhabbetleri vardır. Soğuk değil samimdirler. En büyük dertleri kamışlarıdır, sürekli kamış bulamamaktan yakınırlar. Bütün fagotcuların bir süre yurt dışından kamış getirerek kazıklanma ve ardından kendi kamışını kendi yapma dönemleri olur. Sempatiklikleriyle bütün orkestranın sevgilerini kazanmışlardır. Hal hatır sorarlar. Genelde büyüklerine abi derler.






Klarnetçiler: Orkestranın en entrikacı ve dedikoducu elemanlarıdır. Yönetimin arkasından demediğini bırakmaz işi düşüncede en kral o olur. Sürekli anlatacak birşeyleri olan tezcanlı insanlardır. Parayı çok severler, mallarını mülklerini başkalarıyla yarıştırırlar ama ucuzcudurlar. Küçük hesapların insanıdır. Bir yandan ticaretle uğraşma çabaları içindedirler. Kendilerini dünyanın en uyanık ve en tutumlu insanları zannederler. Kornocularla araları iyidir, bunun nedeni onları istedikleri gibi yönlendirebilmeleridir. Çapkındırlar, istedikleri herkesi elde edebileceklerini düşünürler. Milyarlık klarnetlerini ulu orta açıp gösterirler, anlayan anlamayan herkesin hayran olmasını beklerler. Orkestranın en yetenekli elemanlarının kendileri olduğunu düşünürler ve inanırlar. İnsanları akşam yemeğine davet edip arkasından "evime geldi yedi, içti şu söylediği lafa bak, gelsin yüzüme söylesin" diyebilen insanladır. Milleti gaza getirip, ortalığı ayağa kaldırıp sonra ortamdan tüyerler, en sonunda da "şartlar onu gerektirdi" deyip işin içinden çıkarlar. Klarnet ile saksafonun tuşe yapısının birbiriyle ne kadar benzer olduğunu bilmeyen insanlara hem klarinet hem de saksofon çalıyorum ayağı çekerek hava basarlar. Dışarıdaki insanlarla geçimsiz, sosyal ilişkileri bozuktur ama orkestra elemanlarını avuçlarının içlerinde tutmayı iyi bilirler. İnsanlarla arası en açık olan klarnetçilerdir. Sürekli birileriyle kavga edip edip barışırlar.


Obuacılar: Obuacılar klarnetçilerin yanında daima sönük kalmıştır. İnsanların hep "obuanın sesi çok daha güzel" demelerine rağmen neden ikinci planda kaldıklarını anlayamazlar. İçleri ezik olmasına rağmen dışarıdan artist görünmek için kendilerini kasarlar. Havalı yürüyüşler, kendilerine özgü selamlaşmaları hep kaybolan özgüvenlerini örtmek içindir. Gerçekte ise diğer orkestra elemanlarına göre düzenli bir yaşam süren ortam insanlarıdır. Kamış sorunu bunlarda da sıklıkla baş göstermektedir.


Flütçüler: Dünyanın en gereksiz insanlarıdır. Orkestranın en sonradan görmeleridir. Bunun nedeni ailelerinde konservatuvara giden ilk insan olmaları ve flütle keman dışında bir enstruman bilmemeleri sebebiyle yaşadıkları ezikliktir. Bu kadar çok ezilmeleri onların diğer enstrümanlara nazaran daha hırslı olmalarına sebep olmuştur. Koridor ve tuvalet gibi seslerin en çok yankı yaptığı yerlerde çalışarak kendilerine müzik insanı süsü verirler. Çalarken tripten triplere girerler. Hiçbir siyasi görüşleri yoktur ama 'Atatürkçü'dürler. Hiçbir kitap okumazlar, haber izlemezler. Tüm işleri ona buna ne kadar iyi flüt çaldıklarını ispatlamaktır. Hepsi solist olmak için uğraşır, birbirleriyle sayfa hesabı yaparlar. Kemancıların sosyo-ekonomik statülerini ve sınıflarını kıskanırlar. İzleyici olarak her konserde ve provada bulunurlar. Kendilerine doğuştan gelen bir yetenek süsü verirler ama durmaz sahte olur. Yemeye içmeye çok düşkündürler. Etraflarındaki kimseyi dinlemezler sürekli anlatırlar, söz keserler. Tizlerde, hızlı ve forte pasajlar en sevdikleridir, hele bir de sesler dizi dizi gelirse. En büyük hobileri baştan düz sonlara doğru vibratolu olan uzun ses üflemektir.


Vurmalılar: Orkestranın en popüler kültür insanlarıdır. Sürekli bir popçunun arkasında ekstra kollarlar. 35 dakikalik senfoninin en sonundaki 3 vuruş için saatlerce sahnede beklerler, o sırada cep telefonlarıyla meşgul olurlar, ekstra peşinde koşmaları muhtemel. Çeşit çeşit zevkleri vardır. Arabalar, kızlar, motor, yelken, tatil, balık.. Keyif insanlarıdır. Senfoni ile sınırlı insanları içten içte aşağılarlar, "boş insan" gözüyle bakarlar. Çünkü onlar daha çok senfoniyle değil dışarıdaki ekstraları ile meşguldürler.


Arp: Dünyanın en romantik ve en tanrısal enstrümanını çalıyor olduklarını her fırsatta dile getirirler. Sahnedeyken ekstra estetik görünmek için büyük çaba harcarlar. Klasik müzik literatürünün orkestra eserlerinin sadece %0.5 in içinde arp bulunduğundan yönetim bütün sene yatmamaları için bunlara dergi-broşür çıkarma, solist ayarlama, görüşmeler gibi işleri yükler. Genel olarak sevilirler. Pek ortada görünmezler, göründükleri zaman ise herkes masasına buyur eder.